İÇİMİZDEKİ GICIK

İÇİMİZDEKİ GICIK

İÇİMİZDEKİ GICIK
Sinir, gıcık olmak mı?
 
İnsan ilişkilerinde sıkça yaşanan ama genelde derinlemesine düşünülmeyen bir mesele. 
 
“Gıcık olma” ya da sinirlenme duygusu nereden kaynaklanıyor? Karşımızdaki insanın tavırları mı yoksa bizim geçmiş tecrübelerimiz ve algılarımız mı?
-Bu tür durumlarda iletişim kurmak ve empati yapmak mümkün mü? Yoksa uzak durmak daha mı sağlıklı?
-Bakış açımızı değiştirmek için hangi adımları atabiliriz? Önyargılarımızı nasıl fark ederiz?
-Karşı taraf mı değişmeli, yoksa bizim algılarımız mı? Bir denge sağlanabilir mi?
 
Sinir olduğumuz birinin aslında hangi yarasına denk geldiğimizi fark ettiğimizde hislerimiz hemen nasıl değişir. 
 
 
“Sinir Olmak mı, Anlamak mı?”
 
Hepimizin hayatında birine “gıcık” olduğumuz kişiler, anlar vardır. O kişinin sesi, bakışı, duruşu, belki de söyledikleri… İçimizde bir yerden, nedenini tam çözemediğimiz bir rahatsızlık yükselir. O kişiyi gördüğümüzde başka yöne bakar, varlığından huzursuz oluruz. Peki, bu his nereden geliyor? Karşımızdakinden mi, yoksa bizim içimizden mi?
 
Düşününki toplantıdasınız karşınızdaki kişi sürekli sizi düzeltiyor. Her cümlede bir itiraz, her fikrinize bir “Ama…”ekliyor.  İçinizden “Ne kadar ukala biri!”dersiniz.  düşünün “ rahatsız eden tavırları mı, yoksa sizin verdiğiniz tepki mi?”
 Dürüstçe şunu sorun: “Bu kişi bana neyi hatırlatıyor?” Cevap acıdır. Onun özgüveni, zamanında kendini yetersiz hissettiğin anıları tetikliyordur. Aslında onunla değil, geçmişinle  savaşıyorsun. 
 
Duygularımız, bize kendimizi anlatmaya çalışır. Birine sinir olduğumuzda bu duygunun altını kazımak lazım. Belki o kişi bizim görmek istemediğimiz bir tarafımıza ayna tutuyordur. Belki kıskançlığımızı, korkularımızı ya da bastırdığımız bir anıyı açığa çıkarıyordur.
 
Tabii ki, herkesle aynı frekansta olmak zorunda değiliz. Bazı insanlar hayatımıza “ders” bazıları da “mesafe” öğretmek içindır. Önemli olan, bu duygunun bizi kontrol etmesine izin vermemek. 
 
Selam vermeyi bile istemediğimiz bir anda, onunla yeniden bir bağ kurabiliriz. illa arkadaş olmak zorunda değiliz. Anlama çabası bile yeterlidir. Çünkü o an, öfkemizin ve “gıcık” olmanın yerini anlamaya çalışan bir merhamet alır.
 
Değişmesi gereken karşımızdaki değil biziz. Algılarımız, bakış açımız… Unutmayalım ki, insanlar kendi hayat savaşlarını verirken bilerek ya da bilmeyerek bizim hassasiyetlerimize dokunabilir. Bize düşen, bu dokunuşların bizi olgunlaştırmasına izin vermek.
 
En büyük huzur, “gırtlağını sıkmak istediğimiz” birine selam verebilmektir. 
 
Bilge“Öfkelendiğinde, karşındakini susturmaya çalışmak yerine, önce kendi içinde sessizliği bul. 
Öğrenci “nasıl sessiz kalırım? O an kalbim hızla atıyor, kelimeler dilimden fırlıyor.”
Derviş “Bir bardak sıcak su düşün. O suya bir kaşık toprak atarsan, su bulanır. Eğer suyu dinlendirirsen, toprak dibe çöker, su berraklaşır. Senin de zihnin böyledir. Nefes al, bırak toprak çöksün.”demiş.
Tavırları değiştirmek süreç olsada öğrenebiliriz, içimizdeki yanardağ yatışır.
Görmezden gelmek, o insanı küçümsemek değil, kendi huzurumuzu koruma yolunda bir seçimdir.
Şerife Bozoğlan Eker